30 Ağustos 2011

Umutsuzluk ve Depresyon


Umutsuzluk ve Depresyon: Umutsuzluğu barındıran en mühim psikiyatrik rahatsızlıklardan birisi depresyondur. Pek çok deprese hasta psikiyatriste mutsuzluk ve umutsuzluk şikayeti ile gider. Araştırmalarda depresyondaki hastaların yüzde 78'den fazlasının geleceğe negatif baktığını bulunmuştur. Bu oran depresyonda olmayan olmayan hastalarda ise yüzde 22'dir. Hastaların şikayetleri ve depresif semptomlarının şiddeti çoğaldıkça umutsuzluğunda arttığı klinik testlerle gösterilmiştir. Ayriyeten depresyonun bütün bulguları içinde umutsuzluk ile en yakın alakası olan intihar fikridir. Melges (1969) depresyonda esas problemin umutsuzluk olduğunu belirtmiştir. Umutsuzluğu takip eden diğer semptomlar ise değersizlik, çaresizlik, mutsuzluk, kararsızlık, eyleme geçememe, işlerini devam ettirememe ve suçluluk hisleridir.

Depresif dönemden önce kişilerin çoğu planlan ister kişisel isterse başkaları ile paylaşılmış olsun hedefe odaklı eylem planlarının etkinliği konusunda güvenli olup, büyük oranda geleceğe yöneliktirler. Kamçılayıcı olay çoğu zaman, kişisel çabanın başarısızlıkla neticelenmesi veya geçmişte pek çok olayı paylaştığı bireyin kaybedilmesi veya doyumun önlenmesi sebebiyle özen ile hazırlanan planın kesintiye uğramasıdır.

Süreğen ve uzun dönemde hedefler kuvvetli üstbenlikleri sebebiyle depresyonu olan kişide önem kazanır. Planlan kesintiye uğramış olsa bile gelecekle alakalı doyumlardan vazgeçmeleri zor olduğu için deprese birey bu amaçları başarma çabalarını sürdürür. Sonuçta geçmişte devamlı başarılı olan hedefe yönelik davranışı silip atmak zordur. Bu faktörler depresif bireyin hedeflerini başarma konusunda umutsuz olmasına rağmen halen neden hedeflerine bağlı kaldıklarını kısmen de olsa açıklamaktadır. Depresif birey bu duygusunu "istediğim şeyleri yapamayacağımı bilmeme rağmen yine de yapmak istiyorum" biçiminde ifade eder. Bu his onun kendine güvenme uğraşına zarar verir. Depresif bireyler güvensizlik duygusundan kısmen de olsa kendilerini sorumlu tuttukları için kendilerini suçlarlar.

Beck de (1963) depresif semptomları orta ve şiddetli seviyede olan hastaların yüzde 80'inde kendini suçlama olduğunu, çok şiddetli seviyede olanlarda ise bu oranın daha da yüksek olduğunu ifade etmiştir. Kendine güvensizlik ve suçlama arttıkça depresif birey çevresine bağımlı duruma gelir. Daha sonraki dönemlerde umutsuzluk o kadar yoğunlaşır ki birey başkalarından gelecek yardımı yararsız bulmasına rağmen yine de onların önerilerine umutsuzca sarılır. Özet olarak depresif birey planlarının süreğen ve uzun dönemli amaçlara karşı daha fazla etkin olamayacağına inanır, yani diğer bir ifadeyle üstbenlik ve ego-ideali doyumsuz duruma gelir ve kısmen başarısızlıktan kendini sorumlu tutar. Düşüncenin bu halinden çıkan kararsızlık, eyleme geçememe, değersizlik ve işlerini yapamama suçlaması en yoğun depresif şikayetleri oluşturur.

Depresyonu açıklarken Abramson ve Seligman (1978), Öğrenilmiş Çaresizlik kuramını geliştirmiştir. Bu kurama göre depresyonun meydana gelmesi çocukluktan beri karşılaşılan acılı uyaranlardan kaçmayı, kurtulmayı bilmeme ve çaresiz kalma durumu olarak açıklanmıştır. Depresif kişi çoğu zaman başarısızlık sebebiyle içsel, değişmez ve genel nedensel yüklemeler yaparken başarıda ise dışsal, değişebilir ve özel nedensel boyutta yüklemeler yapmaktadır (Costin ve Draguns 1989). Davranış bilimcilerine göre depresyon, uygunsuz ve yetersiz faktörlerin pekiştirilmesi bazı destekleyici faktörlerin ise geri çekilmesi neticesi gelişir (Costrin ve Draguns 1989).

Bu kuramların dışında bazı araştırmacılar ise erken çocukluk dönemindeki zorlu ve çatışmalı hayatların umutsuzluğa sebep olduğunu vurgularken, bazıları da depresyona yatkınlık gösteren kişilerin ortak ve birincil ihtiyaçlarının sevilme olmasından dolayı bireyin kendisine saygı duymasının önemli bir faktör olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmişlerdir (Velioğlu ve Peker 1989).

Depresyonun psikoanalitik kurama göre açıklanması da geleceğe yönelik karamsarlık hissi ve özsaygının kaybı esas alınarak yapılmıştır. Özsaygı yitiminin geleceğe yönelik umutsuzluğu etkilediği gösterilmiştir. Psikoanalitik kurama ait ilk bilgiler Freud (1957) tarafından "Yas ve Melankoli" isimli eserinde sunulmuştur. Freud, yas olayı ile melankoliyi karşılaştırırken, melankolide gerçek bir sevgi nesnesinin kaybı olmayabileceği üzerinde durarak yastan farklı olduğunu ifade etmiştir. Depresyonda gerçek vaya bilinç dışı sevgi nesnesi kaybı vardır. Bu kişi tarafından sevdiğinin onu terk etmesi, sevilmeme, hatta beni kimse sevmiyor, ben işe yaramam, yeterli değilim hisleri biçiminde içe yansıtılır.

Bu şekilde kişinin özsaygısı azalır. Bu arada katı bir üstbenlik ve özel savunmalar depresyonun görünümünü belirler. Kişi sevgi yitimini değersizlik, kötümserlik duygularına çevirir ve bu duygulan kendi içine yöneltmesi intihara sebep olabilir. Fenichel (1945), depresyon ve özsaygı üzerinde durmuş, özsaygı kaybı ile özsever emellerin zedelenmesinin depresyonun ortaya çıkmasında mühim olduğu fikrine dikkat çekmiştir (Kaplan ve Saddock 1985).

Bibring (1953), depresyonun psikopatolojisini ego kavramı dahilinde açıklamıştır. Buna göre herkesin güçlü ve özsever nitelikte uyumlu ve değerli olması için gerçekleştirmeye çalıştığı beklentileri mevcuttur. Depresyon ise bu beklentilerin kesintiye uğrayarak güçsüz ve çaresiz olma halidir. Bu beklentiler şu aşamalarda geçer:

1. Değerli, sevilen, istenen birey olmak; değersiz olmamak,
2. Güçlü, üstün, güvenli olmak; güçzsüz ve güvensiz olmamak,
3. İyi ve seven olmak; saldırgan ve yıkıcı olmamak ister.

Bu beklentiler başlangıçta dürtüsel ihtiyaçları karşılamak üzere geliştirilmiştir. Gittikçe kişinin özerk emelleri oluşmuş ve benlikçe benimsenmiştir. Normalde kişi özerk olan bu beklentilerini gerçekleştirerek yaşamak ister. Lakin güçlü ve sarsıcı bir yaşam olayı, hayal kırıklıkları ve örselenmeler çatışma meydana getirir. Bu çatışmada benlik güçsüz kalır ve özsaygı düşer. Artık kişi umutsuzluk içindedir (Öztürk 1985). Freud ve Fenichel'den (1945) farklı olarak Bibring (1953) özsaygı yitiminin tek başına depresyonun ortaya çıkmasında yeterli bir faktör olamayacağını fakat çaresizlik ve umutsuzluğun eşlik ettiği durumda depresyondan bahsedilebileceğini ifade etmiştir.

Depresyon ile alakalı geliştirilen kuramlardan bir bölümü depresyonda negatif düşünce, beklenti ve yanlış öğrenmenin etkin olduğunu gösterip umutsuzluk ile ilişki kurmuşlardır. Bunlardan biri de Beck (1979) tarafından geliştirilen bilişsel bozukluk kuramıdır. Beck depresyonu şematize ederken üç kavram kullanmıştır:

1. Bilişsel üçlü: Bireyin kendisi, çevresi ve geleceği ile alakalı inançları içerir.
A) Hasta kendini yetersiz, değersiz hisseder. Hayatı ona göre hayal kırıcıdır.
B) Çevresi ona yardım etmemektedir, hayatı yetersizdir.
C) Geleceğinden umutsuzdur, uzun dönemli hedefleri yoktur. Bu şekilde pozitif bir davranış başlatamaz.

2. Sessiz kabullenişler (şemalar): Depresif birey kendisinin de açıklayamadığı bazı inanç ve kurallara sahiptir. Hasta coşkularını, bilgilerini ve davranışlarını bu kurallara dayandırır. Mesela eşi iltifat etmezse "artık beni beğenmiyor, beni kimse sevmiyor, değersizim" fikri oluşur.

3. Bilişsel hatalar: Gerçek olayla, hastanın bu olayla alakalı negatif otomatik fikirleri kıyaslanarak mantık hataları kurulur. Mesela, keyfi anlam çıkarma, seçimli dikkat, genelleştirme, büyütme, küçültme ve  özelleştirme gibi.

Beck bu kuramı geliştirirken depresyon belirtilerinden karamsarlık için mühim bir kavram olan umutsuzluk üzerinde durmuş ve umutsuzluğun ölçümü konusunda yoğun araştırmalar yapmıştır. 1963'de Beck deprese bireylerin psikoterapisi esnasında gözlemleri temelinde aşırı uğraşı intihar olan ve intihar eğilimi gösteren hastaların durumlarını umutsuzluk olarak kavramlaştırdığını bildirmiştir. Bu hastalar daha sonraları umutsuzluklarının o anki bilişsel çarpıtmadan ya da hatalı ve gerçekçi olmayan ön yargılardan köken alabileceğinin farkına varmışlardır. Çoğu zaman depresyonla alakalı araştırma yapanların çoğu depresif hastalardaki umutsuzluk duygusunun, depresyonun şiddeti ve intihar riskinin belirleyicisi olduğu görüşünü benimsemektedirler (Kaplan ve Sadcok 1985).

Onlara göre psikotik vasıflı depresif hastalar sıklıkla gelecek ile ilgili diğer seçenekleri kabullenme ve iyileşme konusunda ikna edilemezler. Onlar için öznel olan tek seçim intihardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Randevular.Blogspot.com ziyaretçi görüşlerine önem vermektedir. Düşüncelerinizi istek ve şikayetlerinizi hemen altta yer alan form aracılığı ile bize ulaştırabilirsiniz.

Yorum yapmak için yorumlama biçimden adı/URL yazan yeri seçin. İsim vermek istemesseniz anonim kısmını seçin.